27 Nisan 2011 Çarşamba

PSİKOLOJİK TRAVMA VE TRAVMA SONRASI STRESS BOZUKLUĞU (TSSB)


Psikolojik Travma Nedir?

Psikolojik travma kişilerin hayatını,vücut bütünlüğünü ya da ruhsal dengesini tehdit eden, ve duygusal anlamda üstesinden gelmekte zorlandığı olaylar, deneyimler veya durumlardır. (Pearlman & Saakvitne, 1995, p. 60)

Prof. Dr. Vedat Şar'ın belirttiği tanımla “Kişinin başından geçen olayların yarattığı stres onun dayanabilme gücünü aştığında ruhsal travma yaşantısı ortaya çıkar.” http://www.vedatsar.com/

Travma Subjektif (Göreceli) Bir Deneyimdir

Bir olayın travmatik etki yaratıp yaratmaması tamamiyle kişinin bu olayı algılayış biçimine ve bu olayın hayatını, duygularını ve düşüncelerini ne kadar olumsuz etkilediğine bağlıdır. Bu anlamda travma kişisel bir deneyimdir ve her birey her olayı farklı değerlendirir.

Olaylar kişileri farklı şekillerde etkileyebilir. Aynı olumsuz deneyimleri yaşamış bireylerin bazıları için bu travma yaratabilirken, bazıları için yaratmayabilir. Bu nedenle yaşanan bir olayın travmatik olup olmadığını ortaya çıkarmaktan ziyade bu olayın kişiyi duygusal anlamda nasıl etkilediğine bakmamız gerekmektedir.

Psikolojik Travma Bize Ne yapar?

Genel olarak, psikolojik travma oldukça stress yaratan durumların kişinin güvende olma duygusunu zedeler ve kişide çaresizlik, yalnızlık ve tehlikeli bir dünyada her an zarar görebileceği hissi uyandırır ve onları tehlikelere açık hale getirir.

Psikolojik Travmalara Birkaç Örnek

—Fiziksel,duygusal,cinsel istismar
—Fiziksel ve duygusal ihmal
—Aile içi şiddet
—Saldırıya uğramak ya da bir saldırıya tanık olmak
—Trafik kazaları
—Hayatı tehdit edebilecek hastalıklara yakalanmak ya da yakalanan birini tanıyor olmak
—Doğal afetler
—Savaş
—İşkence

Travma Sonrası Stress Bozukluğu Nedir?

Psikolojik travmaların yol açtığı bir kaygı bozukluğudur.

Travma Sonrası Stress Bozukluğu'nın Belirtileri Nelerdir?*


1) Kişinin yaşadığı travmayı zihninde tekrar tekrar yaşıyor olması.

a) Flashbackler
b) Kabuslar
c) Travmayla ilgili gün içerisinde zihne gelen ve durdurulamayan düşünceler

2)Kaçınma davranışları gösteriyor olması

a) Travmatik olaya dair konuşmalardan ve anılardan kaçınma
b) Travmatik olayla başlantılı olan aktivitelerden, yerlerden ve kişilerden uzak durma
c) Travmatik olayla ilgili önemli bir parçayı hatırlayamama
d) Günlük aktivitelere olan ilginin ve katılımın azalması
e) Diğer insanlardan kopmuş olma hissi
f) Duygu göstermekte zorlanma

3) Fiziksel olarak uyarılma belirtileri gösterme

a) Travmatik olay hatırlatılınca vucudun tetikleniyor olması
b) Hypervigilence (Aşırı uyarılmışlık hali)
c) Uyku problemleri (Insomnia)
d) Öfke
e) Konsantrasyon güçlüğü

* American Psychiatric Association. (2000). Diagnostic and statistical manual of mental disorders (4th ed., text rev.). Washington, DC:


Travma Sonrası Stress Bozukluğu ile İlgili Bildiklerimiz

1) TSSB tedavi edilmez ise yıllarca sürebilir
2) Genellikle çocuk ve ergenlerde gözden kaçabilir Yaramaz davranış veya ergenlik problemi
3) Çocukluk çağında olan travmalar daha ağır ve karmaşık psikolojik sorunlara yol açar
4) Üst üste gerçekleşen travmalar (Kompleks Travma) daha ağır semptomlarla kendini gösterir ve kişilik yapısına daha ağır hasar verir

TSSB ile İlgili Bilmediklerimiz

Psikolojik travmaya maruz kalan bireylerin sadece 1/3’ü TSSB semptomları geliştirmektedir. Geriye kalan kesimin neden TSSB geliştirmediğini, hangi faktörlerin bunu önlediğini tam olarak bilmemekteyiz.

Üst Üste Gerçekleşen (Kronik) Travmalar Nelere Yol Açar?

1) Kişinin kendisi ve dünya hakkındaki görüşlerini derinden etkiler
2) Kendine zarar verme davranışları görülebilir – kendini kesme, yakma
3) İlişki problemleri yaşayabilir (ya çok yakın ya da çok mesafeli)
4) Kısa süreli psikotik semptomlar da görülebilir (paranoya, delüzyon)

Beden Hatırlar!!

Travma sadece zihinde, davranışta ya da duyguda kodlanmaz. Bedenimiz de travma yaşandığı anda nasıl tepki verdiğini hatırlar. Bazı durumlarda zihnimiz tarafından bastırılmış, hafızamız tarafından getirilmekte zorlanan sahneler, anlar veya yaşantılar, bedenim tarafından hatırlanır. Bedenimizin verdiği tepkilere dikkatlice bakmak, bize yaşadığımız travma ve sonrası hakkında oldukça önemli bilgiler verir.

Hikayenin Sonunu Farklı Yazmak...

Kompleks Travmaya yaşantılarına sahip kişiler genellikle kendilerini süregelen bir travma ve istismar döngüsünün içinde bulurlar. Mesela çocukluk çağları fiziksel ve duygusal istismar içinde geçmiş bir kadın, yetişkinlikte kendisini aynı şekilde istismar eden ilişkiler yaşayabilir. Kendisini sözel olarak taciz eden, aşağılayan, döven ya da umursamayan veya değer vermeyen kişileri sevgili veya eş olarak seçebilir. Aslında çocukluğunda bu tür olaylara maruz kalmış bir kişinin yetişkinlikte bunun tam tersi insanlara yöneleceğini düşünürüz, fakat durum genellikle tersi olur. Bunun nedeni kişinin kendi hikayesinin sonunu farklı yazma ve geçmişte yaşadığı istismarla halleşebilme arzusu ve dürtüsüdür. Kişi kendisini eskiden yaşadığına benzer travma ve istismar döngülerinin içine sokarak, eskiden sağlayamadığı kontrolü sağlama ve bu sefer bu döngüye son verebilme çabası içerisindedir. Kişi geçmişteki travmalarına bağlı olarak geliştirdiği "güvende değilim" ve "yeteri kadar iyi değilim" gibi inançları da yeni travmalarda test eder. Bu nedenle aynı travmayı yeni durumlarla ve yeni kişilerle yaşar. Ensest geçmişi olan bir kadının yüksek derecede cinsel ilişki yaşaması, fiziksel olarak istismar edilen bir ergenin okulda sürekli kavga çıkartması veya tecavüz mağduru bir kadının sürekli tecavüz mahaline gitmesi yukarıda belirtilen nedenlerle yapılan davranışlardır.

Kişilerin TSSB ile Başa Çıkmada Kullandıkları Sağlıksız Yollar Nelerdir?

1) Alkol ve madde kullanımı ve diğer bağımlılıklar
2) Tehlikeli cinsellik
3) Şiddet
4) Kendine zarar verici davranışlar
5) Aşırı yemek yemek/Hiç yemek yememek
6) Impulsif davranışlar

TRAVMATİK DENEYİM YAŞAMIŞ KİŞİLERE NASIL YARDIM EDEBİLİRİZ?
—Güvenli Ortam Yaratmak (Fiziksel ve duygusal)
—Güvenilir olmak
Seçim yapmalarına izin vermek ve bunu desteklemek
—Seçim yapmalarına izin vermek ve bunu desteklemek
—Travma belirtileri gösteren kişileri gerekli yardımı alabilecekleri ruh sağlığı uzmanlarına yönlendirmek
—Kişilerin travmalarını açmaları ve paylaşmaları konusunda ısrar etmemek
—Onlar için güvenli bir yer yaratabiliyor olmak
—Limitler ve sınırları çizebilmek ve bunun travmaya maruz kalmış kişiler için yararlı olduğunu anlayabilmek







14 Nisan 2011 Perşembe

ÇOCUK İSTİSMARIYLA İLGİLİ GERÇEKLER

BUNLARI

1) Cezaevindeki suçluların yüzde 84'ünün çocukken istismar edildiklerini

2) Her üç kız çocuğundan ve her beş erkek çocuktan birinin cinsel istismara maruz kaldığını ve istismarcıların büyük çoğunluğunun sokaktan geçen ve onları şeker verme vaadiyle kandıran yabancılar değil, aile bireyleri ya da çocuğun tanıdığı kişiler olduğunu

3) Dört veya daha fazla çocuklu ailelerde, hele de aile bireyleri aynı odada kalıyorsa ve isole yerlerde yaşıyorlarsa, istismar ve ihmalin çok daha fazla yaşandığını

4) Çocuğu istismar eden kişilerin yüzde 80'inin çocuğun ebeveyni ya da çocuğu yakından tanıyan kişiler olduğunu

5) Çocuğun evinde istismar ediliyor olma olasılığının, yuvada ya da okulda istismar ediliyor olma ihtimalinden çok daha fazla olduğunu

6)Ebeveyni uyuşturucu ya da alkol kullanan her 13 çocuktan birinin düzenli olarak fiziksel istismara maruz kaldığını

7)Ebeveynleri alkol ya da uyuşturu kullanan çocukların istismar edilme riskinin diğer çocuklara oranla iki kat daha fazla olduğunu

8)2008 yılında, her 600 çocuktan birinin fiziksel istismara maruz kaldığını ve istismarcıların yüzde 80'inin ebeveynleri olduğunu

9) Her 100.000 çocuktan 2 sinin istismara bağlı yaralanmalardan hayatını kaybettiğini ve bu çocukların yüzde 80 inin 4 yaş ve altında olduğunu

10) Her rapor edilen istismar veya ihmal vakasına karşılık, 2 tanesinin rapor edilmediğini

11) İhmalin en yaygın çocuk istismarı türü olduğunu ve istismar vakalarının yüzde 78'ini oluşturduğunu

12) Her yıl rapor edilen çocuk istismarı vakalarının yüzde 18'inin fiziksel istismar vakası olduğunu

13) Her ay en az 100 bebeğin uyuşturucu kullanan anneler tarafından hayata getirildiğini

14) İstismar edilen çocukların alkol ve uyuşturucu kullanma oranlarının daha yüksek olduğunu

15) Çocukluğunda istismar edilen kişilerin 3 te 1'inin daha sonra kendi çocuklarını da istismar ettiklerini

16) Çocuk istismarının din, gelenek, ülke, ırk, yaş, cinsiyet, sosyoekonomik sınıf ya da kültür farkı gözetmeksizin heryerde yaşandığını

17) Her 6 saatte bir Amerika da bir çocuğun ihmal ve istismar nedeniyle hayatını kaybettiğini

18) Ergenlik döneminde hamile kalan kızların yüzde 62'sinin ilk hamileliklerinden önce tecavüz, cinsel istismar ya da cinsel saldıraya maruz kaldıklarını

19) Cinsel olarak istismar edilen çocukların yüzde 72'sinin istismardan hemen sonra kimseye durumu anlatmadığını ve ancak yüzde 27'sinin daha sonraki zamanlarda biriyle durumu paylaştığını

20) Çocuklukta cinsel istismara maruz kalmış kişilerden yüzde 32'sinin yetişkinlik dönemine geldiklerinde bile bu durumu hala kimseye anlatmamış olduklarını

BİLİYOR MUYDUNUZ?

ÖLÜMCÜL HASTA YAKINLARI VE YAS SÜRECİ


Yas, kişilerin yaşadıkları kayıplar karşısında verdikleri tepkidir. Bu kayıplar fiziksel ya da duygusal boyutta yaşanan kayıplar olabilir. Hayatımızda kaybettiğimiz herşey için belirli bir zaman ve yoğunlukta yas tutabiliriz. Bizim için değerli olan bir eşyamızı kaybettiğimizde, bir dostumuz uzağa taşındığında ya da bir ilişkimiz sonlandığında yas süreci yaşayabildiğimiz gibi, sevdiğimiz birinin ölümü de ardından bir yas süreci getirir. Bir yakınımızın ölümü karşısında geçirdiğimiz yas süreci, hem fiziksel, hem de psikososyal bir kayıp olduğundan kişiler için diğer kayıplardan daha zorlu bir süreç haline dönüşebilir.


Yas süreci, kaybımızı yaşadığımız ve bu kaybın getirdiği duygularla başaçıkmayı öğrendiğimiz bir süreçtir. Bu süreci yaşamak, her ne kadar olumsuz ya da acı verici duygular yaşatsa da, kayıptan önceki hayatımıza geri dönebilmemiz açısından büyük önem taşımaktadır. Clayton (1990) ölümün ardından yaşanan yas sürecinin üç evreden oluştuğunu belirtmiştir: hissizlik, depresyon ve iyileşme. İlk evre olan hissizlik dönemi kaybın ardından gelen birkaç saat ile birkaç gün arasında sürer. Bu hissizlik dönemi nadiren birkaç haftaya uzayabilir. Bu dönemde bireyler şaşkındır. Yapmaları gereken işleri otomatik olarak yapar ve yaşadıkları kaybın farkında değillerdir. Bu sürecin ardından genellikle depresyon süreci takip eder. Bu süreç birkaç hafta ile bir yıl arasında sürebilir. Depresif semptomlar genellikle uykusuzluk, yorgunluk ve huzursuzluktur. Bu hisler zaman geçtikçe azalsalar da, yıldönümleri, doğumgünleri, tatiller gibi kişiler için özel anlam ifade eden günlerde tetiklenebilir. Birçok kişi, kaybı takip eden altı ay içerinde, iyileşme yolunda önemli mesafe katederler. Bazı kişiler kaybın ardından yeni roller ya da ilişkiler arayışına girerken, bazı kişiler kaybı yaşamadan önceki hayatlarına geri dönerler. Bu durum kaybı yaşayan kişinin yaşına, cinsiyetine, sağlığına, kaybettği kişiyle olan yakınlığına, kendi yaşam tecrübelerine göre değişiklik gösterebilir.


Ölümcül hastalığa sahip kişilerin yakınlarında bu süreç biraz daha farklı gelişmektedir. Kübler-Ross (1997), bu türlü bir yas sürecinin beş aşaması olduğunu belirtmiştir: inkar ve isolasyon, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme.


İnkar “Hayır, bu bana oluyor olamaz”


Yas surecinin adımları, zaman zaman duruma bağlı olarak yer değiştirse de sürecin başlangıcı çoğunlukla inkardır. Bu dönemde kişiler yakınlarından birinin ölümcül bir hastalığa yakalandığını kabullenemez ve hastalık hiç yokmuş gibi davranır. Bu bir nevi bir şok durumudur. Bu dönemde kişinin duyguları karışıktır. Durum karşısında nasıl davranması gerekiğini kestiremez. Bu dönemde kişi hissizleşip içine kapanabilir. Konuyla ilgili konuşmaktan kaçınabilir ve sanki hastalık yokmuş gibi davranabilir. Bu dönemde kişiler hastalığa sahip olan yakınıyla görüşmekten kaçınabilir, ya da hastalıkla ilgili konuşulmasını istemez.


Öfke: “Neden ben?”


Kişiler ilk inkar sürecini atlatıklarında, ardından bir öfke dönemi gelir. Bu durumun neden onların başına geldiğini sorgulamaya başlar, ve bu konuda birçok şeye öfke duyabilirler. Sevdikleri kişiyi kaybetme korkusu, öfkeyi tetikleyen en önemli duygudur. Hastalıkla bağlantılı olabilecek kişilere, kendilerine, kadere, tanrıya ve hasta olan kişiye öfke duyabilir ve bunu gösterebilirler. Öfkeyi yaşamayı engellemek, yas sürecinin önüne koyulan bir taştır. Bu taşı kaldırmamak, süreci saglıklı bir şekilde tamamlayamamaya ve hayatlarını endişe, öfke ve üzüntü içinde geçirmelerine neden olabilir. Bu nedenle hasta yakınlarının bu durumla ilgili duyduğu öfkeyi yasayabilmesi ve yansıtabilmesi önemlidir. Önemli olan duyulan öfkeyi yoketmek ya da bastırmak değil, bununla başa çıkmaya öğrenebilmektir. Bu süreçte kişinin öfkesini kendine ya da hastaya zarar vermesini engellemek, ve bu öfkeyi sağlıklı bir biçimde açığa çıkarabilmek için kişiler terapistlerden destek alabilir ya da bu duyguları kanalize etmenin yıkıcı olmayan yollarını bulabilir.


Pazarlık Yapmak: “Eğer sen şunu yaparsan, ben de bunu yaparım”


Yas sürecinin bir diğer aşaması da pazarlık dönemidir. Hasta yakınları bu durumla başa çıkabilmek için hastayla, doktorlarlarla, kendileriyle ve hatta Tanrı’yla pazarlık yapma aşamasına gelir. Bu aşamada kişiler, yakınlarının sağlıklarına tekrar kavuşması için ya da yaşadıkları acının dinmesi icin çeşitli fedakarlıklar ve anlaşmalar yapmaya hazırdırlar.


Depresyon: “Yaşananlar gerçek”


Kişiler inkar, öfke ve pazarlık süreçlerini yaşayıp, yakınlarının hastalığını ve onları kaybetme durumunu kabul etmeye başladıkları noktada kendilerini depresif, çaresiz, güçsüz ve üzgün hissetmeye baslar. Sürecin bu evresinde önemli olan şey hasta yakınlarının kendilerine iyi bakıyor olmasıdır. Bu süreçte hasta yakınları duygusal olarak yıprandigi için uykularına ve beslenmelerine dikkat etmeli, kendilerini psikolojik ve fiziksel anlamda rahatlatacak aktivitelerde bulunmalari gerekmektedir.


Kabullenme: “Olan buydu”


Bu evre kişilerin yakınlarının hastalıklarını ve onları kaybetmeyi kabullendiği evredir. Bu sürecin en son evresi, yakınlarını kaybettikten sonra onlarla yaşadıkları ve paylaştıklarını anıya dönüştürebilme evresidir.


Ölümcül hastalığa sahip hasta yakınlarının, hastanın kaybından sonra yaşadıkları yas sürecinin ne kadar uzun ve yoğun olacağı, kişilerin psikolojik anlamda ne kadar sağlıklı olduklarıyla ilişkilidir. Yapılan araştırmalar (Prigerson & Jacobs, 2001), bazı kişilerin (%10-%20) sevdikleri bir kişiyi kaybettiklerinde normal populasyona oranla daha uzun ve daha zorlu bir yas sürecinden geçtiklerini, ve bu kaybın onların hayatlarını kalıcı bir biçimde etkilediğini göstermiştir. Birçok araştırma, yas sürecini etkileyen çeşitli faktörler olduğunu göstermiştir. Bunlardan bazıları kişinin kaybettiği yakınıyla ilişkisi, bu kişiye bağlılık derecesi, kişinin mental ve fiziksel sağlığı, ne derece sosyal destek gördüğü ve hastalığın ve hastanın ölümüyle ilgili durumlardır. (Åberg, Sidenvall, Hepworth, O’Reilly, & Lithell, 2004). Hasta yakınının hastayla ilişkisi ne denli güçlüyse yas sürecini o denli uzun ve meşakatli yaşadığı görülmüştür. Kişinin daha önce yaşadığı kayıplar vebu kayıplarla nasıl başa çıktığı da yas sürecinin nasıl geçiceğini yordayan önemli etmenlerden biridir. Hastalık sürecinde hastayla yakinen ilgilenen bireyler de bu süreci atlatmada sıkıntı çekebilmektedir. Kayıp ardından aileden arkadaşlardan ve çevreden görülen sosyal destek hasta yakınlarının yas sürecini daha kolay yaşamalarına ve kayıp ardından eski hayatlarındaki işlevselliğe daha hızlı dönebilmelerine yardımcı olmaktadır. Hastalığın hangi aşamada teşhis edildiği hastanın bu durumu kabullenirken neler yaşadığı hastanın ölüm anının ne şekilde ve yanında kimler varken gerçekleştiği gibi konular da hasta yakınlarının yaşadığı yas sürecini etkileyen önemli faktörlerdir.(Bass, Bowman, & Noelker, 1991; Brazil, Bedard, & Willison, 2002; Brown & Stetz, 1999; Cannaerts, Casterlé, & Grypdonck, 2004; Cleiren, 1993; Dumont et al., 2006; Ferrario, Cardillo, Vicario, Balzarini, & Zotti, 2004).


Bir bireyin yaşayabileceği en somut kayıp sevdiği birini kaybetmektir. Ölümcül hasta yakınlarının yas süreci hastalığın seyrine göre uzun bir zamana yayılabilir. Ani gerçekleşen ölümlerin kayıp yakınları için travmatik olabildiği gibi bir yakınınızı kaybedeceğinizi bilmek ve bu durumla bir süre boyunca yaşamaya çalışmak da kendi içinde travmatik bir deneyim olabilir. Vamık Volkan ın belirttiği gibi bir yakınını kaybetmek kişide kaçınılmaz bir keder yaratır ve her kayıp geçmişte yaşadığımız kayıpların acılarını üzüntülerini tazeler. Ancak eğer kişi kendisine yas sürecini yaşamak için izin verirse ve gerekirse çevresinden ya da bu alanda çalışan profesyonellerden yardım alarak bu süreci sağlıklı bir şekilde deneyimlerse her kayıp kişiye psikolojik büyüme ve yenilenme şansı tanır. (Volkan 1993)


References


Åberg, C. A., Sidenvall, B., Hepworth, M., O’Reilly, K., & Lithell, H. (2004). Continuity of the self in later life: Perceptions of informal caregivers. Qualitative Health Research, 14, 792-815.


Bass, D. M., Bowman, K., & Noelker, L. S. (1991). The influence of caregiving and bereavement support on adjusting to an older relative’s death. The Gerontologist, 31(1), 32-43.


Brazil, K., Bedard, M., & Willison, K. (2002). Correlates of health status for family caregivers in bereavement. Journal of Palliative Medicine, 5(6), 849-855.


Brown, M.-A., & Stetz, K. (1999). The labor of caregiving: A theoretical model of caregiving during potentially fatal illness. Qualitative Health Research, 9, 182-197.


Cannaerts, N., Casterlé, B. D. d., & Grypdonck, M. (2004). Palliative care, care for life: A study of the specificity of residential palliative care. Qualitative Health Research, 14, 816-835.


Clayton, P. J. (1990). Bereavement and depression. Journal of Clinical Psycology;51(7), 34-38.


Kubler-Ross E. (1997). On Death and Dying: What the Dying have to Teach Doctors, Nurses, Clergy, and their Own Families. New York, NY: Touchstone.


Cleiren, M. (1993). Bereavement and adaptation: A comparative study of the aftermath of death. London: Hemisphere Publishing.


Dumont, S., Turgeon, J., Allard, P., Gagnon, P., Charbonneau, C., & Vézina, L. (2006). Caring for a loved one with advanced cancer: Determinants of psychological distress in family caregivers. Journal of Palliative Medicine, 9(4), 910-919.


Ferrario, S. R., Cardillo, V., Vicario, F., Balzarini, E., & Zotti, A. M. (2004). Advanced cancer at home: Caregiving and bereavement. Palliative Medicine, 18(2), 129-136.


Prigerson, H. G., & Jocobs, S. C. (2001). Traumatic grief as a distinct disorder: A rationale, consensus criteria, and a preliminary empirical test. In M. S. Stroebe, R. O. Hansson,W. Stroebe, & H. Schut (Eds.), Handbook of bereavement research (pp. 613-646). Washington, DC: American Psychological Association.


Volkan, V. (1993). Life after loss. New York: Charles Scribner’s Sons Inc.


*Bu yazı Hayat Dergisi'nde yayınlanmıştır.

6 Ocak 2011 Perşembe

CİNSEL TRAVMALAR

CİNSEL TRAVMALARIN VARLIĞINA İNANMAK VE ONLAR HAKKINDA KONUŞMAK NEDEN BU KADAR ZOR?
Doğruyu konuşmak için iki kişi gereklidir: Doğruyu söyleyen, doğruyu dinleyen!

Henry David Thoreau

Cinsel travmalar bireylerin, ailelerin, arkadaşların ve toplumların konuşmaktan ve tartışmaktan en çok korktukları ve çekindikleri konuların başında gelir. Sadece Türkiye'de değil, dünyanın her yerinde, cinsel taciz, istismar ve tecavüz gibi travmalara maruz kalmış kişilerin büyük bir çoğunluğu bu olayların acısını içlerinde saklayıp yaşar ve bu travmaların üstesinden gelmeye çabalarken genellikle çevrelerinden destek talep edemez ya da etseler bile böyle bir destek göremezler. Bu travmaları yaşamak başlı başına oldukça zor olsa da, olayı daha da zorlaştıran, travmaların ardından gelen süreçte kişinin bu durumu kimseyle paylaşamaması ve yeterli destek ve yardımı görememesidir. Kişiler, yaşadıklarını utanç, korku, toplum ve aile baskısı gibi nedenlerle açıklayamamakta, hatta bazı durumlarda can güvenlikleri nedeniyle yaşanan taciz ve tecavüzler gizli kalmaktadır. Cinsel travmalara maruz kalan kişilerin birçoğu ailelerinin, akrabalarının, arkadaşlarının, eşlerinin veya sevgililerinin onlara inanmayacağını, hatta yaşanan taciz ve tecavüzden onları sorumlu tutacağını düşünür. Yaşadıkları çevrede kötü gözle bakılacaklarını, hor görüleceklerini, dışlanacaklarını, bu olayın onların ya da ailelerinin adını lekeleyeceğini ve bu olayın ileride iş ya da özel hayatlarını olumsuz etkileyeceğini düşünürler. Çevresinden destek göremeyeceğini bilen kişi, bu travmalarla tek başına başa çıkmak durumunda kalır. İstismara,tacize ve travmaya maruz kalan o olmasına rağmen, bu olayın bütün yükünü, acısını,sonuçlarını tek başına taşır. Elbette her kişi ve durumda bu geçerli değildir, fakat Türkiye'de cinsel travmaya maruz kalan kişiler için, bunu çevresindekilere açıklamak, bu konuda destek ve yardım almak, ve istismarcı hakkında yasal işlem başlatmak, yukarıda bahsettiğimiz nedenlerden dolayı oldukça zordur.Cinsel travmaların içinde özellikle çocuklara yönelik cinsel istismar, taciz ve tecavüz ve ensest toplumda tabu olan konuların başında gelir. Bu travmalara maruz kalmış çocuklar için yaşadıkları cinsel istismarı anlatmak aşağıdaki nedenlerden dolayı çoğu zaman çok zordur: 1)İstismarcı tarafından tehdit edildikleri için (çocuğa ya da ailesine fiziksel zarar vermekle) 2)Evden uzaklaştırılmaktan korktukları için (eğer istismarcı aile bireylerinden, akraba ya da ebeveynlerin arkadaşlarından biriyse) 3)Kendilerine kimsenin inanmayacağını ve herkesin olanlar yüzünden onları suçlayacağını düşündükleri için 4)Utandıkları ya da suçluluk duydukları için Cinsel taciz ya da tecavüze maruz kalan yetişkinler için de bu durumu çevrelerindeki kişilere anlatmak, bu konuda yardım almak, ve saldırganı rapor etmek çoğu zaman oldukça zordur. Kanada'da yapılan bir araştırmaya göre (1) cinsel saldırıya uğrayan kadınlar: 1)Polisin saldırganı cezalandırmayacağına inandıkları 2)Mahkeme sürecinde polisin,toplumun, aile ve arkadaşların yaşadıkları cinsel şiddet karşısında takınacakları tutumdan korktukları 3)Saldırganın onlara tekrar saldırmasından korktukları 4)Yaşadıkları korku ve utanç nedeniyle yaşadıkları hakkında konuşmaktan ya da saldırganı rapor etmekten çekinmektedirler. Cinsel şiddete veya istismara maruz kalmış çocuklar, ergenler ya da yetişkinler, bu tavmalarla çoğunlukla yalnız başa çıkmak zorunda kalmakta, gereken psikolojik ve sosyal desteği bazen asla bulamamaktadır. Başlarına gelen durumdan kendilerini suçlamakta, saldırgan ya da istismarcının tehditleri nedeniyle sessiz kalmak durumunda bırakılmakta ve adalet sistemimiz cinsel suçlar konusunda oldukça yaptırımsız olduğundan durumu rapor etmemeyi tercih etmektedirler. Kişiler yaşadıklarını ailelerine açıklasalar bile zaman zaman aileler yaşanan taciz veya tecavüze ya inanmamakta (genellikle aile bireylerinden biri taciz ya da tecavüzü yapan kişi ise) ya da maruz kaldıkları bu durumun suçlusunun kendileri olduğunu iddia etmektedirler. Türkiye'de yakın zamanda yapılan yasal düzenlemeler ise uzun yıllar boyunca kadınların neden cinsel travmaları hakkında bu kadar sessiz kaldıklarının bir kanıtı. Çok değil 6 yıl öncesine kadar cinsel suçlarla ilgili yasalar aşağıdaki gibiydi (2): 1) "Cinsel suçlar, “Topluma Karşı Suçlar” kısmının “Cinsel Bütünlüğe ve Edep Törelerine Karşı Suçlar” başlığı altındaydı. Günümüzde bu suçlar “Kişilere Karşı Suçlar” kısmına alındı.Eski ceza kanununda cinsel suçlar, “Kamu Ahlakı ve Aileye Karşı Suçlar” alt bölümünde, “Topluma Karşı Suçlar” kısmında düzenlenmekteydi. Bu sınıflandırma, kadınların bedenlerinin vee cinselliklerinin kendilerine değil, ailelerine ya da topluma ait olduğunu varsayan erkek egemen bir görüşü yansıtıyordu. Yeni ceza kanununda cinsel suçlar “Cinsel Bütünlüğe Karşı Suçlar” alt bölümünde, “Kişilere Karşı İşlenen Suçlar” kısmında düzenlenmektedir. "(2) 2) "Eski ceza kanununda cinsel suçlar, çoğunlukla kadın cinselliğinin gelenekler adına kontrolünü içeren adab, ırz, namus, haya gibi tanımsız ve zamana ve mekana göre değişiklik gösteren kavramlara atıfta bulunarak yapılmaktaydı. Örneğin, tecavüz ve cinsel taciz suçları, zorla ırza geçme ve ırza tassadi şeklinde tanımlanıyordu." (2) 3) "Eski ceza kanununda çocuklara yönelik cinsel tacizde çocuğun “rızası” olabileceğini varsayan ve bu durumlarda ceza indirimleri öngören koşullar bulunmaktaydı. Reformun ardından tecavüz, cinsel taciz, cinsel istismar durumlarında çocuğun rızası olabileceğine dair tüm hükümler kaldırıldı ve çocukların rızası ile tecavüz, cinsel taciz, cinsel istismar gibi tüm referanslar kanundan çıkarıldı, çocuklara karşı cinsel suçlar “çocukların cinsel istismarı” adı ile tek bir madde altında düzenlendi.Eski ceza kanunu çocuklara yönelik cinsel istismarı ayrıca suç olarak belirtmek yerine, bu suçları tecavüz ve cinsel istismar suçları altında düzenliyordu. Yeni ceza kanununda ise 15 yaşında küçük çocuklara karşı işlenen suçlar “Çocuklara Karşı Cinsel İstismar” başlıklı ayrı bir maddede yer alıyor. Eğer suç anne ya da baba, akrabalar, yasal görevliler, bakıcılar, öğretmenler ya da çocuğun bakımından sorumlu sağlık görevlileri tarafından işlenirse, bu durum ağırlaştırıcı neden sayılmaktadır. Ayrıca çocuğun psikolojik sağlığına zarar verilmesi ağırlaştırıcı neden olarak kabul edilmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi, cinsel istismarda çocuğun rızasını öngören kabuller tamamen kanundan çıkarılmıştır." 4) "Eski ceza kanununda evlilik içi tecavüz bir suç olarak kabul edilmiyordu. Tecavüzü düzenleyen maddenin gerekçesinde evlilik içi tecavüzün cinsel suç olmadığı belirtiliyordu. Yeni kanunda evlilik içi tecavüz ayrıca bir suç olarak düzenleniyor ve evlilik içi tecavüz durumunda mağdurun şikayeti üzerine dava açılabiliyor. "(2) 5)"Eski ceza kanunu tecavüzü düzenlerken, suçun evli ya da bakire bir kadına karşı işlenmesi durumunu ağırlaştırıcı neden olarak kabul ederek, bakire olan ve olmayan kadınları ya da evli ve evli olmayan kadınları birbirinden ayırıyordu. Yeni ceza kanununda tecavüze uğrayan kadının evli ya da bakire olması durumunda farklı ceza uygulaması ortadan kaldırıldı. Tanımlar maddesinde “kadın” ve “kız” arasında ayrımı vurgulayan düzenleme kaldırıldı." (2) 6)"Eski ceza kanununda tecavüz ya da kadın kaçırma mağdurlarının tecavüzcüleri ya da kendilerini kaçıranlarla evlenmeleri halinde failin cezasının azaltılması ya da ertelenmesine olanak tanıyan maddeler bulunmaktaydı. Bu kabul, kadınların tecavüzcüleriyle evlenmelerinin “namus”larını korumalarını sağlayarak daha iyi olabileceği varsayımına ve bu durumda mağdur ile evlenmenin suçu ortadan kaldırabileceği varsayımına dayanıyordu. " (2) Cinsel suçlar yeni yasalar kapsamında nispeten daha ağır cezalandırılsa da, bu yasaların işleyişinde ve cinsel şiddet mağdurlarının korunmasında sıklıkla aksaklıklar yaşanmaktadır. Toplum ve aileler de cinsel suçlar konusunda oldukça sessiz kalmakta ve çoğunlukla mağdurları yaşadıkları travmalarla başbaşa bırakmaktadır. Oysa ki cinsel travmaya maruz kalmış bir kişi için en önemli olan şey kendisini yeniden güvende hissedebilmesi, yakınlarıyla bu durumu paylaşabilmesi ve onlardan destek ve ilgi görebilmesidir. Sessizliğe terkedilen cinsel travma mağdurlarının, çevrelerinden destek gören ve gerektiğinde bu konuyla ilgili uzman yardımı alan mağdurlara oranla yaşadıkları travmanın olumsuz etkilerini daha uzun süre ve daha zorlayıcı bir biçimde yaşadıkları görülmüştür. Cinsel saldırıya maruz kalan kişilere destek olmanın ilk yolu onların yaşadıklarına inanmak ve onları yargılamamaktır. Cinsel saldırının mağdurun değil saldırganın ya da istismarcının suçu olduğunu kavrayan, hiçbir nedenin taciz ya da tecavüzü haklı kılmadığını anlayan, mağdurların travma sonrası yaşadıkları zorlu sürecin bilincinde olan ve mağdura inanıp onu koruyan bir toplum ve ailenin içinde, cinsel travma mağdurlarının hakkettikleri desteği, güvende olma duygusunu ve iyileşmeyi daha çabuk bulacaklarına inanmaktayım.


Uzm. Psk. Cigdem Yumbul Referanslar 1)Solicitor General of Canada, "Canadian Urban Victimization Survey," Bulletin 4: Female Victims of Crime. Ottawa, 1985. 2)http://www.makyajsirlari.com/forum/kadin-haklari/1085-turk-ceza-kanunu-tck-ve-kadin.html